Küresel çapta gıda kontrolü sadece birkaç ulus ötesi şirket tarafından dağıtımı yapılan genetiği değiştirilmiş organizmalar ile tohum çeşitliliğini azaltmak suretiyle, neredeyse sağlandı.
Ancak, bu gündem, sağlığımı/ açısından oldukça ciddi bir maliyet doğurmak suretiyle uygulamaya geçirildi. Eğer Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) kabul edilirse, sadece gıdamız değil, sağlığımız, çevremiz, mali sistemimiz üzerindeki denetimde ulus-ötesi işletmelerin eline geçecek.
Ellen Brown*
KARLILIK, HALKLARIN ÖNÜNE GEÇERSE
Genetik mühendislik, dünyanın gıda tedarikinin bağımlı olduğu tohumlar üzerinde mülkiyet denetimini mümkün hale getirdi. “Terminatör" genleri, steril tohumlar üretimini mümkün kıldı; bunun için de tohumlarda sterilliği teşvik eden "Hain" (Traitor) isimli bir sentetik kimyasal katalizör kullandılar. Dolayısıyla çiftçiler her yıl patent sahiplerinden tohum almak zorunda kalıyorlar. Bu maliyetleri karşılamak için gıda fiyatları artırıldı; ancak verilen zarar, bizim ceplerimize yansıyandan çok daha yüksek.
Acres USA'nın bitli patologu ve Purdue Üniversitesinde emeritüs Profesör Don Huber ile yapmış olduğu bir söyleyişe göre, bugün dünyada üretilen genetiği değiştirilmiş mahsullerin tümünde iki adet değiştirilmiş unsur var: birisi, bitkilere karşı direnç, diğeri ise glifosat-temelli (bitkileri öldüren kimyasallar) bitki öldürücülere karşı duyarsızlık.
Monsanto'nun aynı isimli çok satan ürününden sonra Roundup olarak adlandırılan glifosat, ona karşı dirençli olan genetiği değiştirilmiş bitkiler dışında her şeyi zehirliyor.
Glifosat-temelli bitki öldürücüler, artık dünyada en çok kullanılan herbisit haline gelmiştir. (NOT: Türkiye’de serbesttir ve yoğun kullanılır)
Glifosat, yeni gelişmeye başlayan biyoteknoloji endüstrisinin başlıca iş alanı olan GDO'ların temel ortağıdır. Glifosat, istenmeyen bitkileri doğrudan öldürmek suretiyle değil, ancak kritik besin maddelerine erişimlerini bloke etmek suretiyle her şeyi ayırt etmeksizin yok eden "geniş spektrumlu" bir bitki öldürücüdür.
Gizlice zarar veren çalışma biçiminden dolayı, tahrip edici erken dönem dioksin temelli herbisitlerin “tehlikesiz” ikamesi olarak satılmaktadır. Ancak,
Deneysel veriler şunu göstermiştir ki, glifosat ve onu içeren GDO’lu ürünler, sağlığa ciddi tehlikeler doğurmaktadır.
Glofasatı daha etkili hale getirmek için kullanılan “tesirsiz” bileşenlerin zehirliliği ise, bu riske ilave olmaktadır.
Araştırmacıların bulgularına göre örneğin yüzey etkin madde POEA, insan hücrelerini özellikle de embriyon, plasenta ve göbek bağı hücrelerim öldürmektedir. Ancak, söz konusu riskler, görmezden gelinmektedir.
GDO'lu gıdaların ve glifosat herbisitlerin yaygın kullanımı, Amerika'nın sağlık harcamalarına ortalama bir gelişmiş ülkede kişi başına düşen oranın iki katından fazlasını harcamasının, ancak buna rağmen dünyanın en sağlıklı nüfuslarının düzeyine bir türlü ulaşamamasının ortaya koyduğu anormal durumu açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü, Amerika Birleşik Devletleri'ni genel sağlık alanında 17 gelişmiş ülkenin SONUNCUSU ilan etmiştir.
Amerika'daki süpermarketlerdeki gıdaların %60-70 kadarı, artık genetik olarak değiştirilmiştir. Buna karşın, en az 26 diğer ülkede -İsviçre, Avustralya, Avusturya, Çin, Hindistan, Fransa. Almanya, Macaristan, Lüksemburg, Yunanistan, Bulgaristan, Polonya, İtalya, Meksika ve Rusya- GDO'lar ya tamamen ya da kısmen yasaklanmıştır. GDO'lar üzerinde ciddi kısıtlamalar, yaklaşık 60 başka ülkede mevcuttur.
GDO'lar ve glifosat kullanımı üzerine getirilecek bir yasak; Amerikalıların sağlığını iyileştirme yolunda önemli bir adım olabilir. Ancak. Obama Yönetimi'nin Hızlı Yol statüsü öngördüğü bir küresel ticaret anlaşması olan Trans-Pasifık Ortaklığı, sağlık alanındaki krizlere sebep odaklı bir yaklaşım getirilmesini engelleyecektir.
ROUNDUP'IN SİNSİ ETKİLERİ
Roundup'a dirençli mahsuller, glifosat tarafından öldürülmekten kurtulmaktadır; ancak bu glıtosatm dokularının içine nüfuz etmesini önleyememektedir. Herbisit dirençli mahsuller, diğer mahsullerle kıyaslandığında çok daha yüksek herbisit düzeylerine sahiptir. Aslında, birçok ülke, yasal olarak izin verilen düzeylerini -50 kata kadar- artırmak zorunda kalmışlar; böylelikle GDO mahsullerinin piyasaya sürülmesine uyum sağlamışlardır. Avrupa Birliği'nde, gıdalardaki kalıntılar, eğer Monsanto'nun yeni bir önerisi kabul edilirse, 100 ila 150 kat artırılacaktır.
Öte yandan, herbisit-dirençli "süper yabani otlar", kimyasallara uyum sağlamışlardır; bu da bitkileri öldürmek için çok daha toksik dozlar ve yeni toksik kimyasallar gerektirmektedir.
İnsan enzimleri, tıpkı bitki enzimleri gibi glifosattan etkilenmektedir: Kimyasallar, magnezyum ve diğer temel minerallerin emilimini engellemektedir.
Söz konusu mineraller olmadığında, gıdalarımızı metabolizmamıza uygun bir şekilde alamayız. Bu durum da ABD'de obezitenin bir salgın şeklinde giderek daha da yaygınlaşmasını açıklamaktadır. İnsanlar yemek yerler ve gıdalarında mevcut olmayan maddeleri alma girişimiyle yerler.
Samsell ve Seneff isimli araştırmacıların "Biosemiotic Entropy: Disorder, Disease, and Mortality" (Biyosemiyotik Düzensizlik: Bozukluk, Hastalık ve Ölüm Oranı" (Nisan 2013) adlı çalışmalarında şu tespitlere yer verilmektedir: "Glifosatın P450 kitokrom enzimlerini (CYP) durdurması, memelilere yönelik toksisitenin genellikle gözden kaçırılan bir unsurudur. CYP enzimleri, biyolojide kilit roller oynarlar.
Vücut üzerindeki olumsuz etki, sinsidir ve zaman içerisinde kendisini yavaş yavaş gösterir; keza iltihaplanma, vücuttaki hücre sistemlerine zarar verir. Bunun sonucunda Batılı beslenme biçimleriyle bağlantılı birçok hastalık ve koşullar ortaya çıkar: gastroıntestmal bozukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depresyon otizm, kısırlık, kanser ve Alzheımer hastalığı.
Glifosat kullanımıyla bağlantılı olarak 40'ın üzerinde hastalık bulunmaktadır ve daha birçok yeni hastalık da ortaya çıkmaktadır. 2013 yılı Eylül ayında, Arjantin'deki Ulusal Rio Cuarto Üniversitesi tarafından yayımlanan bir araştırma bulgusuna göre; glifosat, en kanserojen maddelerden biri olan aflatoksin B1 üreten mantarların büyümesini güçlendirmektedir. Arjantin Chaco'dan bir doktor Associated Press'e şöyle bir demeç vermiştir:
"Oldukça sağlıklı bir nüfus iken, yüksek kanser oranları, doğum bozuklukları ve daha önce çok nadir görülen hastalıkların yaşandığı bir topluma dönüştük. Mantarların artışı, Amerika'da mısır mahsullerinde de ciddi bir artışa sebep oldu."
Glifosat, çevreye ciddi bir zarar vermektedir. 2012 yılında Institute of Science in Society tarafından yayımlanan bir rapora göre;
"Tarım endüstrisi, glifosat ve glifosata dirençli mahsullerin mahsul verimliliğini artıracağını, çiftçile rin karlılığını güçlendireceğini ve pestisit kullanımını azaltmak suretiyle çevreye katkı sağlayacağını iddia etmektedir. Aslında bunun tam tersi geçerlidir. Eldeki kanıtlar gösteriyor ki glifosat herbisitler ve glifosat dirençli mahsullerin oldukça geniş çerçevede bozucu etkileri vardır: glifosat dirençli süper yaban otlan, zehirli bitkiler (ve yeni haşaratlar), patojen mikroplar, azalan mahsul sağlığı ve verimlilik, böceklerden amfibi hayvanlara, büyükbaş hayvanlara dek hedefdışı bir skalada birçok türe zarar verilmesi ve toprağın verimliliğinin azalması da bu çerçevede değerlendirilebilir."
SİYASET, BİLİMDEN ÜSTÜN GELİYOR
Bu olumsuz bulgular ışığında, niçin Washington ve Avrupa Komisyonu glifosatı güvenli olarak görmeye ve desteklemeye devam ediyor? Eleştiriler, belirsiz yönetmeliklere, kurumsal lobi odaklarının yoğun etkisine ve insanların sağlığını korumaktansa güç ve kontrolle daha ilgili olan bir siyasi gündeme dikkat çekiyorlar.
2007 yılında yayımlanan ve hayli ses getiren “Ölüm Tohumları: Genetik Manipülasyonun Gizli Gündemi"nde, William Engdahl, küresel gıda denetimi ve nüfus azaltımının Amerika'nın Rockefeller'in koruması altındaki Henry Kissinger döneminde stratejik politikasına dönüştüğünü belirtmektedir. Petrol jeopolitikasının yanı sıra, bunlar, Amerika'nın küresel gücünün ve kalkınmakta olan dünyadan Amerika'nın sürekli olarak ucuz hammaddeye erişiminin önündeki tehditler karşısında yeni bir "çözüm" idi. Bu gündemle paralel olarak, hükümet, biyoteknoloji alanındaki tarım endüstrisi yararına aşırı bir partizanlık gösterdi; endüstrinin kendi politikalarını "gönüllü" olarak kendisinin belirlediği bir sistemden yana oldu. Biyolojik mühendislik ürünü olan gıdalar, herhangi bir özel teste gerek olmaksızın, "doğal gıda katkı maddeleri" olarak değerlendiriliyorlar.
KÖTÜ BİLİM, BİLİM OLARAK KABUL EDİLİYOR
Institute for Responsible Technology yönetici direktörü Jeffrey M. Smith, Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi'nin politikasının, biyoteknoloji şirketlerine, gıdalarının güvenli olup olmadığını belirleme yetkisi veriyor. Verilerin sunulması ise, tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Smith, şu sonuca varıyor: “Gıda güvenliği araştırmalarının kritik alanında, biyoteknoloji endüstrisinin herhangi bir hesap verebilirliği, standartları ve bağımsız bir değerlendirmesi bulunuyor. Bunun sonucunda; kötü bilim, bilim olarak kabul ediliyor."
Nüfus azaltımının bu gündemin kasti bir boyutu olup olmadığından bağımsız olarak, GDO’ların ve glifosatın yaygın kullanımı bu sonucu doğruluyor.
Glifosatın endokrin bozucu özellikleri, kısırlık, düşük yapma, doğum bozuklukları ve cinsel gelişimin durmasıyla bağlantılıdır.
Rusların yaptığı deneylere göre, GDO'larla beslenen hayvanlar, üçüncü kuşaktan sonra kısırlaşıyorlar. Tarım arazilerindeki toprak da, bitki köklerinin topraktaki besinleri emmesine izin veren yararlı mikroorganizmaların öldürülmesi sonucunda sistematik olarak tahrip oluyor. Gary Null'un ufuk açıcı belgeseli "Ölüm Tohumlan: GDO’larla ilgili Yalanların Ortaya Çıkarı İmasında, Dr. Bruce Lipton şöyle bir uyanda bulunuyordu:
"Dünyayı, bu gezegen üzerindeki altıncı kitlesel imhaya doğru yönlendiriyoruz. İnsanların davranışları, yaşam döngüsünü bozuyor.
TPP VE ULUSLARARASI KURUMSAL DENETİM
Bu ve diğer araştırmacıların vardıkları çarpıcı sonuçlar, dünya çapında insanların Roundup’ın ve GDO'lu gıdaların tehlikeleri hakkındaki farkındalıklarını artırırken, ulus ötesi işletmeler ise, Trans-Pasifık Ortaklığının hızlandırılması için Obama yönetimi ile canla başla çalışıyorlar. Söz konusu ticari anlaşma, iktidardaki hükümetleri, ulus-ötesi kurumların faaliyetlerini düzenlemekten mahrum kılacak. Müzakereler, Kongre'den gizli tutuldu; ancak kurumsal danışmanların bilgisi dâhilindeydi. Bu danışmanların içinden 600 tanesine danışıldı ve bu kişiler tüm ayrıntıları biliyorlar. Nation of Change'den Barbara Chicherio'ya göre; "Trans Pasifik Ortaklığı (TPP), tarihte en büyük bölgesel Serbest Ticaret Anlaşması olma potansiyeline sahiptir."
Amerika'nın baş tarım müzakerecisi, Monsanto'nun eski lobicilerinden İslam Siddique’tir. Eğer TPP onaylanırsa, ulus ötesi işletmelere, kendi karlılıklarına engel oluşturduklarını düşündükleri politikalar karşısında vergi mükelleflerinin telafi edilmesini istemek gibi daha önce eşi benzeri görülmemiş bunak sunan cezalandırıcı düzenlemeler getiriyor.
"İlgili ülkelerin vatandaşlarının gıda güvenliği, yedikleri, yediklerinin yetiştiği yerler, gıdanın yetiştiği koşullar ve herbisit ile pestisit kullanımı gibi konular üzerinde herhangi bir denetimleri olmamasını sağlamak üzere TPP'nin titizlikle düzenlenmesini sağlıyorlar."
Gıda güvenliği; uluslararası kurumsal denetimin bu Gıda güvenliği; uluslararası kurumsal denetimin bu süper silahı kapsamına girecek olan birçok hak ve korumadan sadece bir tanesi. Nisan 2013'te The Real Ncws Netvvork'te yayımlanan bir röportajda, Kevin Zeese. TPP'yi, "steroitler üzerinde NAFTA" ve "küresel bir kurumsal darbe' olarak nitelendirmiş ve şöyle bir uyarıda bulunmuştu: “Neyi önemsediğinizden bağımsız olarak ücretler, istihdam, doğanın korunması, söz konusu mesele, her şeyi kötü etkileyecek."
"Eğer bir ülke, mali endüstrisini düzenlemeye çalışmak veya kamu çıkarlarını temsil edecek şekilde bir kamu bankası kurmak üzere bir adım atarsa, kendisine dava açılabilir."
DOĞAYA GERİ DÖNÜŞ İÇİN HİÇBİR ZAMAN GEÇ SAYILMAZ
Ulusları beslemenin daha güvenli, daha makul ve daha çok gezegen-dostu bir yolu var. Monsanto ve Amerikalı düzenleyiciler Amerikalı aileleri GDO’lu mahsuller tüketmeye zorlarken, Rus aileler basit bahçelerde geleneksel yöntemleriyle neler yapılabileceğini dünyaya gösteriyorlar. 2011 yılında, Rusya'daki gıdaların %40T, dacha denilen kulübe bahçeleri veya arsa parsellerinde yetiştirilmekteydi. Dacha bahçeleri, ülkedeki meyve ve etli ve zarlı kabuksuz meyvelerin %80'inden fazlasının, sebzelerin %66'sından fazlasının, patateslerin neredeyse %80'inin ve ülkedeki sütün neredeyse %50'sinin -büyük bölümü ham olarak tüketiliyordu- üretimini sağlıyordu. Çok satan Ringing Cedars (Çınlayan Sedir ağaçları) adlı serinin yazarı Vladimir Megre'ye göre:
"Rus bahçıvanların tam olarak yaptıkları şey; bahçıvanların dünyayı besleyebileceklerini göstermekti -herhangi bir şekilde GDO'lara, endüstriyel çiftçilere veya herkesin yeterince yiyeceğe sahip olmasını güvence altına almak üzere diğer teknolojik yutturmacalara ihtiyaç yoktu. Şunu akıllarda tutmak gerekir kr Rusya'da yılda sadece 110 gün yetiştirme mevsimi var - dolayısıyla örneğin ABD'de bahçıvanların üretimi çok daha fazla olabilir. Bununla birlikte, bugün Ame nkaMakı arazilerin sahip olduğu alan, Rusya'dakî bahçelerin ıkı katı kadar - ve milyarlarca dolarlık Hm bakım endüstrisinden daha başka bir şey üretmiyor”
Amerika'da toplam tarımsal alanın sadece %0,6'lik bir bölümü, organik tanına ayrılmış durumda. Bu bölgenin, eğer "altıncı kitlesel yok oluşu" önlemek istiyorsak, geniş bir alana yayılması gerekiyor. Ancak, öncelikle, temsilcilerimizi." sözü edilen Hızlı Yol'u durdurmaları. TPP\ e hayır oyu kullanmaları ve dünya çapında glifosat-temelli herbisitler ve GDO'lu ürünlerin aşamalı hır şekilde sonlandırılmasını sağlamaları konusunda uyarmalıyız. Sağlığımız finansmanımız ve çevremiz tehlikede.
Kaynak: Globalresearch
Tercüme: Turquie Diplomatique Aralık 2013