GDOların Tehdit ve Riskleri
1. Biyolojik Çeşitlilik,
Tarımsal Biyoçeşitlilik ve Doğal Dengeye Etkileri
Yerel türler tehdit altında.Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük
bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da
etkiler.
Sonuçta insan, hayvan,bitki,mikroorganizmalarda yapılan herbir değişiklik
bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı
beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğine etkileyecektir.
Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış
bir buğday türünün belki verimi yüksektir ama, bir hastalık ya da zararlı
sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği
için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde
getirebilir.
Modern tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azlmış durumdadır.Asya’da mevcut
140 bin çeşitten sadece 6 sı ekili toprakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler
ise tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü GDO ların aktarılmış genleri
çevresinde geleneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçebilmektedir. Arılar,
kuşlar, böceklerve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO lu polenleri
komşu tarlaya taşıyor ve oradaki üründe de genetik değişikliğe yol açıyor. “GEN
KAÇIŞI” adı verilen bu bulaşma sonucu yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük
önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve doğal çeşitlilik azalmaktadır.
Milyonlarca yılda oluşan türler 5-10 senede yok olmaktadır.
Birkez gen aktarımı başlatılınca genetiği değişmiş ürünün, genetiği
değişmemiş ürünlere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılacağından- önlenemez
hale gelmektedir.
Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını
sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir ) karakterli genler o
böcekleri yiyen yaralı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.
(Toksin karakterli BT(Bacillus thuringiensis)geni aktarılmış bir bitkiyi
yiyen bir böcekle beslenen Uğur böceği (gelin böceği) gibi yararlı böceklerin
ölüm oranının arttığı ve gelişme
Bir risk ise toksinin etkin olduğu böcek türleri bu toksine zamanla
dayanıklılık kazanıyor olması.(ABD de bt genli pamuk ekili alanlarının bir
kısmında, pamuk koza kurdunun etkili olarak kontrol edilemediği gözlendi-Alam
1999)
Yabacı otlara dayanıklı genlerin aktarıldığı bitkilerin diğer canlılar ( uğur
böceği) üzerinde öldürücü etki yaptığı gözlendi ( Steinbrecher,1996)
Böceklere ve yabancı otlara dayanıklılık geni aktarılmış bitkiler, zamanla o
böcekler ve yabancı otlarda dayanımı arttırdığı için çok daha fazla tarım ilacı
kullanılmasına yol açabiliyor. Yabani otlara karşı dayanıklılık geni aktarılmış
bir bitkinin değiştirilmiş genleri rüzgar, kuş, böcek,arı vs. gibi etkenlerle
başka bitkilere bulaşıyor ve bu geni almış yabancı otlar savaşılması güç bir
şekilde çoğalıyorlar.
Ayrıca yabani ot ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün yetiştiği
tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekildiğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO lu
ürünü yeni ürün için yabancı ottur. Ancak eski GDO lu yabani otlara dayanıklı
olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor ve yeni ürüne şans tanımıyor,
onunla mücadele etmek imkansızlaşıyor.
(Yabancı otlara doğru gen kaçışı nın kolza ve pancarda belirginleşmesi Fransa
Tarımsal Araştırmalar Ulusal Enstitüsü’nün (INRA) yabani otlara dayanıklı tüm
kolza varyetelerini stoktan çıkarmasına neden oldu.)
İNSAN
SAĞLIĞINA ETKİLERİ
GDO lu bitkiler yüksek allerji riski taşıyor.
Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli olduğunu
düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor.
Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği besini tüketerek kendini riske
atabiliyor.
(11 Aralık 2003′te Rusya’da bir gurup bilim adamı son üç yıl içerisinde
allerji belirtisi gösteren hastaların sayısında 3 kat artış olduğunu ve bunun
altında yatan nedenin Genetiği Değişmiş Ürünler’in (GDÜ) tüketimi olabileceğini
açıkladılar.-Traavik ve Smith, 2004)
Toksik (zehirleyici ) Etkiler
Araştırmalar GDO lu
patateslerin fareler için toksik etki yaptığını, bağışıklık sisteminde
bozukluklar,viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğunu ortaya
koyuyor.
(1980 lerin sonunda bir Japon firması triptofan adlı bir aminoasidi bir
bakteriye ürettirerek bbesin takviyesi olarak ABD de satışa sundu.Aylar içinde
ürünü kullanan kişilerde sinir sistemini etkileyen, kas ağrıları ve kandaki bazı
hücrelerin sayısında artış ile seyreden eozinofili-miyalji sendromu ortaya
çıktı. Bu sorunları yaşayan 155 kişşide kalıcı hasar meydana geldi,37 hasta
yaşamını yitirdi.Mayeno ve Gleich,1994 . Yapılan incelemne sonucu genetiği
değiştirilmiş bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün
oluşumuna yol açtığı ve sendromun toksik madde nedeniyle ortaya çıktığı
anlaşıldı.)
Antibiyotiğe Karşı Dayanıklılık Oluşturması
GDÜ lerin
üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin
en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığı ile yayılması.
Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı
biliniyor.Antibiyotik direnç genlerinin hastalık yapan mikroorganizmalar geçişi,
bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasımı
güçleştiriyor. Bu tür ürünleri tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan
bakterilerin, o ürünün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması
mümkün.
Bt nin ( Bacillus thuringiensis) etkileri
Tarımda uzun
zamandır böcek öldürücü olarak kullanılan Bt spreyi toprakta parçalanıyor.
Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabiliyor. Ancak Bt geni
aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak
temizlenmesi söz konusu değil. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün
tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra da sürdürüyor.
Bt geni
aktarılmış ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı Bt
spreyindekinin 10-100 katı.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler Bt toksininin memelilerde aktif olduğunu,
sindirim sisteminde parçalanmadığını, bağırsaklarda bağlanabildiğini ve insan
sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini ortaya koyuyor.
( Filipinlerdeki bir Bt mısır ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında
solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden
hastalığın, mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edildi. Bu
bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptandı-Travik
,2004)
Sağlıksız Hayvanlar ve Hayvansal Ürünler
Örneğin süt
verimini arttırmak için ineklere GDÜ lü ürünler veriliyor. Bu hayvanların
sağlıkları bozuluyor.Meme enfeksiyonları, rahim, sindirim sistemi bozuklukları,
yumurtalık kistleri görülüyor. Gebelik oranı düşüyor.Antibiyotik kullanma
sıklığı artıyor.
Bilim insanları ayrıca iki tür potansiyel tehlikeye dikkati çekiyor; durgun
virüsleri yeniden harekete geçmesi ve virüsler arasında yeni bulaşıcı diziler
oluşturabilecek kombinasyonlar!…
Sağlıksız Beslenme ve Yol Açtığı Sorunlar
Sadece verimli
ve dayanıklı birkaç ürün yetştirilmesine yol açan GDO ların yarattığı en büüyk
tehlikelerden biri de gen çeşitliliğinin yok olmasıyla birlikte insanlarıtek tip
gıda almak zorunda bırakıyor olması.
Tek tip gıdalar insanların sağlıklı ve dengeli beslenmesini engelleyecek. Bu
durumda tek tip beslenmeye mecbur kalacak olan yoksullar sağlığını yitriyor,
maddi imkanı iyi olanların da gıda takviyeleri, tedavi yöntem ve ilaçlarına
büyük miktarda para harcaması gerekiyor.
Ekonomiye ve Üretime Katkısı
Yaşam patentlenemez ! GDO
lar ekonomik bağımlılık ve canlıların yaşam hakkının ellerinden alınması ve
canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler
taşıyor.
GDÜ lerin ekonomik olarak getirdiği en büyük sakıncalardan biri bu ürünlerin
patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olması.Bu
çalışmaları yapan şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsil ederek
sağlıyorlar.Çiftçi terminatör genlerle kısırlaştırılan tohumları heryıl yeniden
almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi şirketlere
bağımlı kılıyor.
Dünyanın önde gelen GDO üreticisi firmalardan tohum alan çiftçilerin
ürünlerinin verdiği yeni tohumları tarlalarına ekme hakları yok. Üretici
firmalar bu tohumların korsanlığını yapanların önüne geçmek için komşu ispiyonu
gibi en basit yollardan dedektif tutmaya kadar her yola başvuruyorlar. Bu güne
kadar 100 çiftçi mahkeme sürecinden kurtulmak için ürünlerini yaktı, üretici
firmaya tazminat ödedi ve banka hesapları incelemeye alındı.
kaynak:http://hakkinda-bilgi-nedir.com/
GDO ve GIDALAR
GDO'nun gıda ve insan sağlığı üzerindeki etkileri
29 Nisan 2014 Salı
GDO’LARIN ÜLKEMİZE GİRİŞİNİ DURDURACAĞIZ!
Avrupa Birliği’nin (AB) 2001/18 EC Direktifi’nde Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) “insan hariç olmak üzere, genetik materyali doğal yolla gerçekleşmeyecek şekilde değiştirilmiş organizma” olarak tanımlanır. Diğer bir ifadeyle GDO’yu, “kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizma” olarak tanımlayabiliriz. Günümüzde yaygın olarak bitkilerin genleriyle oynanmakta ve toprak bakterilerinden aktarılan genlerle bu bitkiler haşerelerden zarar görmesin diye zehir salgılayan bir şekle dönüştürülmekte ya da o bitkiyle birlikte yabancı otlara karşı kullanılması için verilen tarım ilacına karşı dirençleri arttırılmaktadır.
GDO’lar dünyadaki açlığı bitirmek ve tarım ilacını önlemek gibi kimsenin itiraz etmeyeceği amaçlarla piyasaya sürülmüşlerdir. Ancak, geçen süreçte GDO’lu olmayan ürünlere göre daha düşük verime sahip oldukları ve tarım ilacı kullanımının düşmesi bir yana daha da arttırdıkları ortaya çıkmıştır. GDO’lu tohumların foyalarının ortaya çıkmaya başlaması üzerine bu tohumları üreten biyoteknoloji şirketleri tohumlarının bağımsız bilim insanlarınca incelenmesine engel koymuşlardır (gen aktarımı işlemi laboratuarlarda ileri teknoloji kullanılarak gerçekleşmekte, bu nedenle bu ürünler ileri teknoloji ürünü kabul edilerek patenti alınmakta ve tohumlar lisans anlaşması ile satılmaktadır).
İnsanların tüketimine sunulan ilk GDO’lu ürün olan Flavr Savr domates, 1994 yılında ABD kökenli şirket Calgene tarafından üretilmiştir. Ancak tüketici tarafından tercih edilmemesi nedeniyle şirket iflas etmiş, ürün pazardan çekilmiştir. Günümüzde yonca, kanola, pamuk, keten, mercimek, mısır, kavun, erik, patates, pirinç, soya, şeker pancarı, ayçiçeği, tütün, domates ve buğday başta olmak üzere pek çok tarım ürünün genetiği değiştirilmiş olup ekim alanı büyüklüğü ve dünya ticaretine konu olması açısından mısır, soya, pamuk ve kanola öne çıkmaktadır. GDO’ların ekim ve ticaretinin yaygınlaşmaya başladığı 1996 yılından günümüze ekim alanları 134 milyon hektara ulaşmıştır. GDO’ların ulaştığı bu ekim alanı dünya tarım alanlarının %2,7’si kadardır. Bu oran özellikle önemlidir, çünkü GDO’ları büyük bir başarı olarak gösterip ülkemizin treni kaçırdığından bahseden bir takım bilim insanı mevcuttur. GDO’lar madem bu kadar başarılıysa, 14 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süreçte neden bu kadar düşük sınırlı bir alanda ekildiğinin, okurlarımız tarafından mantık süzgecinden geçirilmesi gerekir.
Ülkemize GDO’ların girdiğini ilk olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) 1998 yılında kamuoyu gündemine getirmiştir. Ancak, bu bilgi paylaşımını değerlendirip araştırmak ve tedbir almak yerine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı “nereden biliyorlar efendim, siyasi ve ideolojik konuşuyorlar” söylemi ile inkar etme yolunu seçmiştir. Ta ki, 2003 yılında Arjantin’den soya yükleyen bir gemi Greenpeace aktivistlerince Brezilya önlerinde durdurulup ürün analiz edilinceye kadar. Zira, GDO’lu çıkan o ürünü taşıyan gemi durdurulmasaydı, ürününü Mersin limanımıza boşaltacaktı. İşte o tarihten sonra ülkemize GDO girdiği artık inkar edilemedi.
Arkasında çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin yer aldığı GDO gibi çok önemli bir konuda sadece bir meslek odası olarak mücadele etmenin belirgin bir başarı sağlayamayacağı bilincinden hareketle 2004 yılında kurulan GDO’ya Hayır Platformu’nun içerisinde birçok meslek örgütü, dernek ve aktivist ile birlikte mücadelesini aktif bir şekilde sürdürmeye başladı.
Uzun yıllardır hazırlanmakta olan Biyogüvenlik Yasa Taslağı’nın 2005 yılı başlarında TBMM gündemine gelmesiyle birlikte GDO’ya Hayır Platformu da çalışmalarını hızlandırdı ve 16 ilde sergilediği canavar domates balonu ile birlikte GDO’ların zararları ve yarattığı bağımlılıkla ilgili broşürler dağıttı, pek çok ilde panel-konferans-söyleşiler düzenledi ve topladığı yaklaşık 100 bin imzayı Şubat 2005’te Meclis Dilekçe Komisyonu’na sundu. Bu toplantıda Komisyon Başkanına GDO’ların çevreye ve insan sağlığına zararları ile tarımsal üretimde oluşturacağı bağımlılık konularında bilgiler verildi. Takip eden süreç içerisinde Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyeleri ile Meclis çatısı altında bulunan ziraat-gıda mühendisleri ile veteriner hekimlere ZMO konferans salonunda GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri tarafından iki kez bilgilendirme sunumu yapıldı. Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı 2006 yılı başında basına yaptığı “GDO’ların çok önemli bir konu olduğu, aceleye getirilmemesi gerektiği” açıklamasıyla Taslağı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderdi.
Taslak, “31.12.2008 tarihine kadar içerisinde insan tedavisinde kullanılan antibiyotik direnç geni bulunan GDO’lu ürünler ithal edilecektir” gibi abes tabirler (bu ürünleri tüketen insanların antibiyotik direnci artacak ve antibiyotik tedavisine yeterli tepkiyi veremeyecekleri anlamına gelmektedir) içeriyordu. GDO’ya Hayır Platformu, ZMO ve konuyla ilgili diğer örgütlerin de görüşü alınarak, kamuoyunu korur bir şekilde yeniden düzenlenip gündeme gelmesi beklenirken, yasası çıkmadan 26.10.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Yönetmelikler yasalarla çerçevesi çizilmiş bir konunun detaylarını ve nasıl uygulanacağını belirtir detaylar olmasına karşın, GDO konusunda yasa çıkmadan garip bir şekilde yönetmeliği çıkıverdi.
GDO yönetmeliğinin çıkması, çok şiddetli tartışmalar tartışmaları da beraberinde getirdi. Öncelikle yönetmeliğin “Dayanak” maddesinde sayılan beş yasadan hiçbiri GDO’larla ilgili değildi, ayrıca ikisi daha GDO’lar yeryüzünde yokken çıkarılmış yasalardı. Esas dayanağı teşkil edecek Biyogüvenlik Yasası çıkarılmamıştı, yönetmelik dayanaksızdı.
AB mevzuatı ile uyumlu olduğu belirtilen yönetmelik, esas olarak birçok uyumsuzluklar taşıyordu. Örneğin, 5. maddesinin 8. fıkrasında “Gıda ve yemin %0,5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez.” hükmü yer almakla birlikte, bu uygulamaya AB’de 2007 yılında son verilmişti. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı böylesine hassas bir konuyu işte bu denli eksik bir şekilde izliyordu. Üstelik GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri ve ZMO gibi konunun uzmanı hiçbir kurumun görüşünü almayarak bu yönetmeliği hazırlamıştı! Gıda ve yemlerde %0,9 oranının üzerinde GDO içeren ürünler GDO’lu kabul edilecekti ve işin garibi ürettiği gıdada GDO kullanmayanların ürünlerine “GDO’suzdur” yazmalarını ve bebek-çocuk gıdalarında GDO kullanımını yasaklıyordu. İşte tartışmaların en yoğunlaştığı bölümlerden biri bu olmuştu. GDO’suz üretim yapanın bunu GDO tüketmek istemeyenlere duyurmasının engellenmesi, halkın değil biyoteknoloji şirketlerinin yararına olan bir durumdu. Hamile anneler %0,9 oranının üzerindeki gıdaların GDO’lu olduğunu bileceklerdi, ama %0,8 ve aşağısında GDO içeren gıdaları bilemeyecekler ve GDO’yu tüketeceklerdi. Bakanlık, hadi bebeklerin GDO tüketimini yasakladı, ama bu hamile annenin etiketinde yer almayan ve bilmeden tükettiği GDO’dan karnındaki bebeği maalesef koruyamayacaktı. Bebekler ve çocuklar için zararlı olabileceği düşünülen GDO’lar ana baba için zararlı olmayacak mıydı? Bu sorular cevapsız kaldı.
Yönetmeliğin şiddetle tartışılan bir diğer konusu ise GDO’ların ülkemize sokulma izni üzerine olmuştu. GDO yönetmeliği çıkana kadar GDO ile ilgili herhangi bir mevzuat bulunmadığından, GDO’lar ülkemize hiçbir denetime, sorguya ve suale muhatap olmadan giriyordu. Bakanlık yetkilileri, Müsteşar ve Bakan bu yönetmelik ile birlikte artık ülkemize tek bir GDO’nun giremeyeceğini önemle vurguladılar. Meclis Tarım, Orman, Köyişleri Komisyonu Başkanı işi daha da ileri götürerek, “bundan böyle ülkemize bir gram GDO girmesi halinde görevinden istifa edeceğini” bile söyledi. Bizler gireceğini söyledikçe bizleri yönetmeliği anlamamakla-okumamakla suçladılar ve yönetmeliğin 11. maddesinin “c” fıkrasını anlayana kadar okumamızı tavsiye ettiler. Üşenmediler TV yayınlarında yüzümüze de okudular “Yapılan analiz sonucunda GDO’lu olduğu tespit edilen ürünün ülkeye girişine izin verilmez.” Bu cümleye bakınca bizler sanki birazcık yalancı gibi gözükmüyor değiliz hani! Ancak, 11. Maddede 2 tane bent ve bu bentlerin her ikisinin de birer “c” fıkrası vardı. Sayın yetkililerin okudukları “c” fıkrasının bendi “GDO riski taşıyan ancak, GDO’suz olduğu taahhüt edilen ürünlerin ithalatında aşağıdaki esaslar uygulanır” diyordu. Özetle “yalan konuşursan”, yalan beyandan dolayı GDO’yu ülkeye sokamıyordun. Bu kısmı halka asla okunmadı. Oysa birinci bent “ürünüm GDO’lu diyenlerin” ürünlerini ülkeye nasıl sokacaklarını tarif ediyordu.
kaynak:http://www.gdoyahayir.net/category/makale/
GDO’lar dünyadaki açlığı bitirmek ve tarım ilacını önlemek gibi kimsenin itiraz etmeyeceği amaçlarla piyasaya sürülmüşlerdir. Ancak, geçen süreçte GDO’lu olmayan ürünlere göre daha düşük verime sahip oldukları ve tarım ilacı kullanımının düşmesi bir yana daha da arttırdıkları ortaya çıkmıştır. GDO’lu tohumların foyalarının ortaya çıkmaya başlaması üzerine bu tohumları üreten biyoteknoloji şirketleri tohumlarının bağımsız bilim insanlarınca incelenmesine engel koymuşlardır (gen aktarımı işlemi laboratuarlarda ileri teknoloji kullanılarak gerçekleşmekte, bu nedenle bu ürünler ileri teknoloji ürünü kabul edilerek patenti alınmakta ve tohumlar lisans anlaşması ile satılmaktadır).
İnsanların tüketimine sunulan ilk GDO’lu ürün olan Flavr Savr domates, 1994 yılında ABD kökenli şirket Calgene tarafından üretilmiştir. Ancak tüketici tarafından tercih edilmemesi nedeniyle şirket iflas etmiş, ürün pazardan çekilmiştir. Günümüzde yonca, kanola, pamuk, keten, mercimek, mısır, kavun, erik, patates, pirinç, soya, şeker pancarı, ayçiçeği, tütün, domates ve buğday başta olmak üzere pek çok tarım ürünün genetiği değiştirilmiş olup ekim alanı büyüklüğü ve dünya ticaretine konu olması açısından mısır, soya, pamuk ve kanola öne çıkmaktadır. GDO’ların ekim ve ticaretinin yaygınlaşmaya başladığı 1996 yılından günümüze ekim alanları 134 milyon hektara ulaşmıştır. GDO’ların ulaştığı bu ekim alanı dünya tarım alanlarının %2,7’si kadardır. Bu oran özellikle önemlidir, çünkü GDO’ları büyük bir başarı olarak gösterip ülkemizin treni kaçırdığından bahseden bir takım bilim insanı mevcuttur. GDO’lar madem bu kadar başarılıysa, 14 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süreçte neden bu kadar düşük sınırlı bir alanda ekildiğinin, okurlarımız tarafından mantık süzgecinden geçirilmesi gerekir.
Ülkemize GDO’ların girdiğini ilk olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) 1998 yılında kamuoyu gündemine getirmiştir. Ancak, bu bilgi paylaşımını değerlendirip araştırmak ve tedbir almak yerine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı “nereden biliyorlar efendim, siyasi ve ideolojik konuşuyorlar” söylemi ile inkar etme yolunu seçmiştir. Ta ki, 2003 yılında Arjantin’den soya yükleyen bir gemi Greenpeace aktivistlerince Brezilya önlerinde durdurulup ürün analiz edilinceye kadar. Zira, GDO’lu çıkan o ürünü taşıyan gemi durdurulmasaydı, ürününü Mersin limanımıza boşaltacaktı. İşte o tarihten sonra ülkemize GDO girdiği artık inkar edilemedi.
Arkasında çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin yer aldığı GDO gibi çok önemli bir konuda sadece bir meslek odası olarak mücadele etmenin belirgin bir başarı sağlayamayacağı bilincinden hareketle 2004 yılında kurulan GDO’ya Hayır Platformu’nun içerisinde birçok meslek örgütü, dernek ve aktivist ile birlikte mücadelesini aktif bir şekilde sürdürmeye başladı.
Uzun yıllardır hazırlanmakta olan Biyogüvenlik Yasa Taslağı’nın 2005 yılı başlarında TBMM gündemine gelmesiyle birlikte GDO’ya Hayır Platformu da çalışmalarını hızlandırdı ve 16 ilde sergilediği canavar domates balonu ile birlikte GDO’ların zararları ve yarattığı bağımlılıkla ilgili broşürler dağıttı, pek çok ilde panel-konferans-söyleşiler düzenledi ve topladığı yaklaşık 100 bin imzayı Şubat 2005’te Meclis Dilekçe Komisyonu’na sundu. Bu toplantıda Komisyon Başkanına GDO’ların çevreye ve insan sağlığına zararları ile tarımsal üretimde oluşturacağı bağımlılık konularında bilgiler verildi. Takip eden süreç içerisinde Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyeleri ile Meclis çatısı altında bulunan ziraat-gıda mühendisleri ile veteriner hekimlere ZMO konferans salonunda GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri tarafından iki kez bilgilendirme sunumu yapıldı. Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı 2006 yılı başında basına yaptığı “GDO’ların çok önemli bir konu olduğu, aceleye getirilmemesi gerektiği” açıklamasıyla Taslağı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderdi.
Taslak, “31.12.2008 tarihine kadar içerisinde insan tedavisinde kullanılan antibiyotik direnç geni bulunan GDO’lu ürünler ithal edilecektir” gibi abes tabirler (bu ürünleri tüketen insanların antibiyotik direnci artacak ve antibiyotik tedavisine yeterli tepkiyi veremeyecekleri anlamına gelmektedir) içeriyordu. GDO’ya Hayır Platformu, ZMO ve konuyla ilgili diğer örgütlerin de görüşü alınarak, kamuoyunu korur bir şekilde yeniden düzenlenip gündeme gelmesi beklenirken, yasası çıkmadan 26.10.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Yönetmelikler yasalarla çerçevesi çizilmiş bir konunun detaylarını ve nasıl uygulanacağını belirtir detaylar olmasına karşın, GDO konusunda yasa çıkmadan garip bir şekilde yönetmeliği çıkıverdi.
GDO yönetmeliğinin çıkması, çok şiddetli tartışmalar tartışmaları da beraberinde getirdi. Öncelikle yönetmeliğin “Dayanak” maddesinde sayılan beş yasadan hiçbiri GDO’larla ilgili değildi, ayrıca ikisi daha GDO’lar yeryüzünde yokken çıkarılmış yasalardı. Esas dayanağı teşkil edecek Biyogüvenlik Yasası çıkarılmamıştı, yönetmelik dayanaksızdı.
AB mevzuatı ile uyumlu olduğu belirtilen yönetmelik, esas olarak birçok uyumsuzluklar taşıyordu. Örneğin, 5. maddesinin 8. fıkrasında “Gıda ve yemin %0,5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez.” hükmü yer almakla birlikte, bu uygulamaya AB’de 2007 yılında son verilmişti. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı böylesine hassas bir konuyu işte bu denli eksik bir şekilde izliyordu. Üstelik GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri ve ZMO gibi konunun uzmanı hiçbir kurumun görüşünü almayarak bu yönetmeliği hazırlamıştı! Gıda ve yemlerde %0,9 oranının üzerinde GDO içeren ürünler GDO’lu kabul edilecekti ve işin garibi ürettiği gıdada GDO kullanmayanların ürünlerine “GDO’suzdur” yazmalarını ve bebek-çocuk gıdalarında GDO kullanımını yasaklıyordu. İşte tartışmaların en yoğunlaştığı bölümlerden biri bu olmuştu. GDO’suz üretim yapanın bunu GDO tüketmek istemeyenlere duyurmasının engellenmesi, halkın değil biyoteknoloji şirketlerinin yararına olan bir durumdu. Hamile anneler %0,9 oranının üzerindeki gıdaların GDO’lu olduğunu bileceklerdi, ama %0,8 ve aşağısında GDO içeren gıdaları bilemeyecekler ve GDO’yu tüketeceklerdi. Bakanlık, hadi bebeklerin GDO tüketimini yasakladı, ama bu hamile annenin etiketinde yer almayan ve bilmeden tükettiği GDO’dan karnındaki bebeği maalesef koruyamayacaktı. Bebekler ve çocuklar için zararlı olabileceği düşünülen GDO’lar ana baba için zararlı olmayacak mıydı? Bu sorular cevapsız kaldı.
Yönetmeliğin şiddetle tartışılan bir diğer konusu ise GDO’ların ülkemize sokulma izni üzerine olmuştu. GDO yönetmeliği çıkana kadar GDO ile ilgili herhangi bir mevzuat bulunmadığından, GDO’lar ülkemize hiçbir denetime, sorguya ve suale muhatap olmadan giriyordu. Bakanlık yetkilileri, Müsteşar ve Bakan bu yönetmelik ile birlikte artık ülkemize tek bir GDO’nun giremeyeceğini önemle vurguladılar. Meclis Tarım, Orman, Köyişleri Komisyonu Başkanı işi daha da ileri götürerek, “bundan böyle ülkemize bir gram GDO girmesi halinde görevinden istifa edeceğini” bile söyledi. Bizler gireceğini söyledikçe bizleri yönetmeliği anlamamakla-okumamakla suçladılar ve yönetmeliğin 11. maddesinin “c” fıkrasını anlayana kadar okumamızı tavsiye ettiler. Üşenmediler TV yayınlarında yüzümüze de okudular “Yapılan analiz sonucunda GDO’lu olduğu tespit edilen ürünün ülkeye girişine izin verilmez.” Bu cümleye bakınca bizler sanki birazcık yalancı gibi gözükmüyor değiliz hani! Ancak, 11. Maddede 2 tane bent ve bu bentlerin her ikisinin de birer “c” fıkrası vardı. Sayın yetkililerin okudukları “c” fıkrasının bendi “GDO riski taşıyan ancak, GDO’suz olduğu taahhüt edilen ürünlerin ithalatında aşağıdaki esaslar uygulanır” diyordu. Özetle “yalan konuşursan”, yalan beyandan dolayı GDO’yu ülkeye sokamıyordun. Bu kısmı halka asla okunmadı. Oysa birinci bent “ürünüm GDO’lu diyenlerin” ürünlerini ülkeye nasıl sokacaklarını tarif ediyordu.
kaynak:http://www.gdoyahayir.net/category/makale/
28 Nisan 2014 Pazartesi
GDO’lu soya ve mısır kansere yol açıyor!
Günümüz dünyasında genetiği değiştirilmiş yaklaşık 1600 gıda maddesi var. Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerden uzak durmanın mümkün olmadığını belirtirken, mısır ve soyaya dikkat çekti.
Mısır, soya, kanola ve pamuk gibi genetiği değiştirilen gıdalar, birçok hastalığa davetiye çıkarıyor. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Klinik Şefi Doç. Dr. Mesut Başak, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) olarak tanımlanan bu ürünlerin başta bağışıklık sistemi olmak üzere insan vücudunda alerjilere sebep olduğunu, romatizmal hastalıklar ile kansere yol açabildiğini ifade etti
Günümüz dünyasında genetiği değiştirilmiş yaklaşık 1600 gıda maddesi var. Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerden uzak durmanın mümkün olmadığını belirtirken, mısır ve soyaya dikkat çekti. Çünkü bu ürünlerin katkı maddesi olarak kullanıldığını ve bu sebeple birçok ürünün içinde yer aldığını ifade etti. "Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor." diyen Başak, araştırmaların gıdaların ömrünün uzatılması sürecinde oynanan genlerin zehirli proteinler ürettiğini ve bu proteinleri yiyen böcek ve kuşların da öldüğünü gösterdiğini belirtti.
GDO'lar sağlığa zararlı mı?
Genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) yönelik olumsuz eleştirilerin bilimsel gerçeklikten uzak, toplumda paranoya yaratmaya yönelik olduğu öne sürüldü.
AKDENİZ Üniversitesi (AÜ) Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Nedim Mutlu, genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) yönelik olumsuz eleştirilerin bilimsel gerçeklikten uzak, toplumda paranoya yaratmaya yönelik olduğunu öne sürdü.
ABD'de Nebraska Üniversitesi'nde genetiği değiştirilmiş organizmalar üzerine 10 yıl boyunca araştırma yaptıktan sonra bir süre önce Akdeniz Üniversitesi'nde göreve başlayan Yrd.Doç.Dr. Nedim Mutlu, GDO'ların organik ürünler gibi güvenle kullanılabileceğini söyledi. Yrd.Doç.Dr. Mutlu, “Bu ürünleri yetiştirir ya da yetiştirmezsiniz. Ama bu ürünlere körü körüne karşı çıkmak, ürünlerin kanser, kısırlık gibi hastalıklara neden olduğunu hatta insanı zehirlediğini söylemek bilimden uzaklaşmaktır” dedi. Yrd.Doç.Dr. Nedim Mutlu, GDO'ların bazı Avrupa ülkelerinde yasaklanmasının sağlıkla değil, politik kararlarla alakalı olduğunu söyledi.
GDO'nun zararları nelerdir?
Prof. Ziya Mocan:
Bitki bünyesinde, insanda alerjiye neden olan veya zehirleyici etki yapan bazı farklılaşmalar yaşanabilir.
Gen aktarımında kullanılan bazı teknikler nedeniyle genleri değiştirilmiş bitkileri tüketen insanlarda antibiyotiklere direnç gelişmesi olasılığı söz konusu.
Bu genlerin ürünü olan proteinlerin bağışıklık sistemimizi çökertme riskleri, kanser başta olmak üzere ne tür başka hastalıkları tetikleyecekleri günümüz teknolojisiyle tahmin edilemiyor.
Bu gıdaların genleriyle oynandığı için insan gen yapısında uzun dönemde değişiklik yapıp yapmayacağı bilinmiyor.
Hamileler, büyüme çağındaki çocuklar, beslenme bozukluğu olanlar ve kronik hastalar için özellikle zararlı...
Bunlar konserve gibi, besleyici değerleri düşük. Tabiatın yapısına da aykırı.
Prof. Dr. Ahmet Aydın:
Kanserojen olma ihtimalleri yüksek ama sigara gibi, 20 yıl sonra çıkıp "Kanser yapıyor" dediğinizde "Başka bir yığın kanserojen olabilir" diyecekler.
GDO' lu ürünler zararlı mı yararlı mı?
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar son günlerde en çok tartışılan konulardan biri. Birçok kişi GDO’nun ne anlama geldiğini yeni yeni öğrenirken bazılarına göre sağlığı tehdit eden en zararlı organizmaları bazılarına göre ise hiçbir zararı olmayan ürünleri temsil ediyor.
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar kısacası GDO hayatımıza Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğiyle girdi. Bu yönetmelik GDO’lu ürünlerin ithalatını kolaylaştıracak maddeler içeriyordu.
Kansere yol açabilir
Bazı uzmanlar genetiğiyle oynanmış bu ürünlerin insan sağlığını önemli derecede tehdit ettiğini, insan sağlığı üzerindekileri etkileri için yapılmış bir bilimsel araştırma olmadığını belirtiyorlar. Bu ürünlerin zararlı olduğunu savunanlar GDO’lu ürünlerin alerji başta olmak üzere antibiyotiklere karşı dayanıklılık oluşması, organ yetersizliği ve kanser gibi hastalıklara neden olduğunu belirtiyorlar.
Hazır gıdalara dikkat
GDO'lu ürünler kanser mi yapıyor?
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar kimine göre insan sağlığını tehdit ediyor ve sadece bazı ülkelerin çıkarlarına hizmet ediyor kimine göre ise söylendiği gibi sağlığa zarar vermiyor. Peki nedir bu GDO dedikleri?
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar yani GDO’lu ürünler, doğal yollarla asla oluşmayacak bitkisel ya da hayvansal mutasyonlara genetiği değiştirilmiş organizmalardır yani labaratuar ortamında değiştirilen ürünlerdir. Fakat bu ürünlerin insan sağlığına birçok zararı olduğu da bilinmektedir. Örneğin marketten aldığınız gofretin içinde ya da evinizde kullandığınız mısır özü yağında bu ürünlerden olduğunu biliyor musunuz?
İnsanlar üzerindeki yan etkiler bilinmiyor
İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol bu ürünlerin insan sağlığı üzerinde oldukça büyük zararları olduğunu altını çizerek belirtiyor ve uyarıyor; “Kesinlikle hazır gıda maddesi tüketmeyin. Çünkü bu hazır gıda maddeleri içinde GDO bulunmaktadır.”
Alerji yapabiliyor
kaynak:http://www.bilimvesaglik.com/gdo-nun-zararlari/default.asp (28.04.2014)
Her gün sofralarımıza çeşit çeşit yiyecekler geliyor. Sebzeler, meyveler, sütler, etler..
Eskilerin ağzında ise hep aynı nakarat; 'Bizim zamanımızda yiyeceklerin tadı da kokusu da bir başkaydı.' Haklılar... Gelişen teknoloji ve bilim dünyasından gıdalar da nasibini aldı. 3 günde bozulan süt, belki aylarca saklanabiliyor dolapta. Sulanması gereken yoğurt, sulanmıyor artık. Meyveler kokmaz, tadları kimi zaman yenmez oldu.. Bir de GDO hortladı ki, zararları saymakla bitmiyor.. Çok konuşuldu, çok tartışıldı. Ancak medyada en net tavır Genel Cerrahi Anabilim Dalı Uzmanı Kenan Demirkol 'dan geldi. Demirkol'a göre; toplum olarak çok büyük risk altındayız.
- Türkiye'de şu anda Genetiği değiştirilmiş kaç çeşit gıda var?
- Şu anda 16 tane GDO'lu ürüne izin verildi. Bunlardan 3'ü soya fasülyesi 13'ü de mısır. Bunların hiçbirinin gıda amaçlı kullanılmasına izin verilmedi. Hatta hapis cezası bile var eğer gıda amaçlı kullanılırsa.. Ama hayvan yemi olarak kullanılan, dolayısıyla biz o hayvansal ürünleri yediğimiz zaman bize geçen GDO'ların olduğunu daha önceki bilimsel çalışmalarla kanıtlandı.
DENEYLERLE KANITLANDI: ORGAN HASARLARI, KISIRLIK, ÖLÜ DOĞUM RİSKİ VAR
- Bunlar hangi besinler olabilir peki?
- Her türlü hayvansal yumurtadan tutun, tavuğa, kırmızı ete, balığa kadar. Şimdi bunların kullanımından bu yana Amerikan hastalık denetleme dairesinin açıklamasına göre, GDO'ların kullanıldığı 96 yılından beri, hem alerji hem de alerjiye bağlı ölümler birkaç misli arttı. Diğer taraftan bu tür gıdaların insanlara vereceği zarar ancak zamanla ortaya çıkar. Bu yüzden hayvan deneylerinin yapılması gerekir. Viyana Üniversitesinin yaptığı Hayvan deneylerinde ciddi organ hasarları, kısırlık, ölü doğum ortaya çıktığı saptandı. Ayrıca gıda güvenliğinde şöyle bir ilke vardır; eğer emin değilseniz kuşkunuz varsa o gıdayı piyasaya sürmemelisiniz ve bu ilke ne yazık ki ne Avrupa'da ne Türkiye'de işletilmiyor.
SEBZE VE MEYVELER KANSERE SEBEP OLABİLİYOR
Tarım ilaçları kendi başına zaten ciddi bir sakınca oluşturuyor. Tarım ilaçları bugün çocukluk çağı kan kanserinin başlıca nedeni olarak sayılıyor. Tarımda her türlü yapay unsur, yapay gübre, tarım ilacı, bu GDO'lu ürünler bütün insanlık için büyük bir risk.
-Bunlar riskli dediğimiz başlıca besinler var mı?
- Et, yumurta, tavuk, balık, süt bunların her birinin çok iyi analiz edilmesi gerekiyor. Piyasaya sürülmeden önce.. GDO'lu yemle beslenmiş hayvanların sütünde de, değişime uğramış gen daha önce bulundu, Avrupa'da açıklandı. Ayrıca GDO'lu yemle beslenen hayvanların dışkısında değişime uğramış genlerin aktif bir şekilde var olduğu, dolayısıyla siz bu hayvan gübrelerini tarımda kullandığınızda kendi yediğiniz ürünlerinizin de GDO'luya dönüşme olasılığının olduğu bilimsel olarak kanıtlandı.
EN BÜYÜK HATAMIZ...
Bugün Avrupa Birliği ülkeleri bile Avrupa Birliği'nin Gıda Güvenliği otoritesine güvenmiyor. Merkezi bu sistemden kopmak istiyor ve her ülke kendi BİO güvenlik kurulunu kurma çabasında. Avrupa'da şaibeli olduğu artık kesin olan ve devletler tarafından reddedilen bir kurumu bizim baz almamız çok yanlış oldu.
- Ne yapacağız peki?
Bireysel olarak yapabileceğiniz çok bir şey yok. Çünkü siz aldığınız hayvansal ürünün GDO'lu bir yemle beslenen bir hayvandan olup olmadığını bilme şansınız yok. Çünkü Avrupa Gıda Güvenliği otoritesi yemle beslenen hayvanların ürünlerinin GDO'ludur diye etiketlenmesine zorunluluk getirmiyor. O yüzden Almanya, Fransa, İrlanda gibi büyük ülkeler, hayvansal ürünlerin üzerine GDO'suzdur yazılma yetkisi vermiştir. Benim de tavsiyem Türkiye'deki namuslu üreticilerin, GDO'lu yem kullanmayan üreticilerin ürünlerinin üzerine GDO'suzdur yazmalarıdır.
-Toplum olarak büyük risk altındayız diyebilir miyiz öyleyse?
- Kesinlikle öyle, büyük risk altındayız...
Kaynakça:Tuğba KARAGÜLLE / SAMANYOLUHABER.COM
19 Mart 2014 Çarşamba
İTÜ, Mersin'de yakalanan pirinçler GDO'lu
İstanbul Teknik Üniversitesi Laboratuarı Mersin’de 3 firmaya yönelik GDO’lu pirinçlerle ilgili son noktayı koydu
Türkiye’de ilk kez Mersin Cumhuriyet Savcılığı’nın izniyle Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü’nün operasyonu sonrasında önceki hafta üç firmanın yetkilisi 8 kişi tutuklanmıştı.
Pirinçlerin GDO’lu olmadığı iddiasıyla yapılan itiraz üzerine Memişoğlu/Tat, Tiryaki Agro ve Göze Tarım firmalarının yetkililerinden biri hariç 7'si serbest bırakılmıştı.
İthalatçı firmalarından yanı sıra Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı da STA, MRL, TÜBİTAK ve İTÜ Laboratuarlarının GDO tespitlerine rağmen GDO’nun bulaşma olduğunu iddia etmişlerdi.
İTÜ’NİN ANALİZLERİ PİRİNÇLERİN GDO'LU OLDUĞUNU BELGELEDİ
İstanbul Teknik Üniversitesi, Dr. Orhan Öcalgiray Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştormaları Merkezi Laboratuarlarında yapılan son analizlerde GDO’nun bulaşma olmadığı ABD menşeli pirince özgü LLRICE601 geni tespit edildi.
İTÜ, Mersin Cumhuriyet Savcılığı’nca istenen operasyonla el konulan pirinçlerle ilgili GD tespiti ile ilgili hazırladığı ve mahkemeye sunduğu raporuna şu çarpıcı notları yer veriyor:
“Aşağıda örnekleriyle tarihsel olarak benzer vakalar ile ilişkilendirilerek konu özetlenmeye çalışıImıştır. Eldeki durum bire bir olarak ilişkilendilirilmemekle beraber; aşağıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi dünya genelinde benzere vakalar yaşanmaktadır.
LLRice glufosinat-amonyum-tabanlı herbisitlere toleranslı, ABD kökenli Agrobacterium tumefacions tekniği ile üretilmiş, genetiği değiştirilmiş bir pirinçtir. ABD tarafından LLRice601 ve LLRice604 ırkları onaylanmamış, LLRice62 ve LLRice06 ırkları ise onaylanmıştır.
2006’da Bayer, ABD Tarım Bakanlığı'na LLRice601'in bir cins uzun pirince bulaştığını bildirmiştir. ABD Tarım Bakanlığı’nda yaptığı araştırmada ABD pirincinin %30’undan fazlasının LLRice604 ve LLRice62 GD pirinciyle kontamine edildiği tespit edilmiştir.
Bu nedenle Bayer çiftçilere 750 milyon dolar tazminat ödemiştir. 2006 ile 2007 yılları arasında, 30'dan fazla ülkede ABD'den ithal dilen pirinçlerde, Bayer'e ait ve onaylanmamış 3 adet GD pirinç türünün izleri tespit edilmiştir.
BT63 böcek haşaratlarına karşı dayanıklı, Çin'de devlet desteği ile geliştirilmiş GD bir pirinç ırkıdır. BT63 pirinç güve türlerine toksik bir protein üretmektedir. Farelerle yapılan deneyler bu proteinin alerji benzeri sorunlara oluşturduğunu göstermiştir. Bu nedenle dünya da üretimi yasaktır. Nisan 2005'te Greenpeace Çin'de 2003'ten beri yasadışı Bt63 pirinç üretimi olduğunu ortaya çıkarmıştır. 2006’da Avustralya, Fransa, İngiltere ve Almanya’da 10 adet 2007’de Kıbrıs, Almanya, Yunanistan, İtalya, İsveç’te 10 adet 2012’de Hollanda’da 1 adet ithal BT63 ile kontamine pirinç vakası bildirilmiştir.
Merkezimize Mersin Cumhuriyet Savcılığı tarafından gönderilen MRS00083214, MRS00083330, MRS00083332 nolu numunelerde LLRice601 ve Bt63 ırklarının ikisinin birlikte var olduğu, pirinç spesifik yapılan Real-Time PCR ve DNA dizi analizleri ile tespiti edilmiştir.”
ŞİMDİ NE OLACAK
Normal bir ülke olsak operasyonun ilk anından bu yana 'GDO yok bulaşma var' diyen bakanların istifa etmeleri beklenir. Ama bu bizde olmayacak. Herkes hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey söylememişler gibi yollarına devam edip, laboratuarı suçlamaya devam edecek. Ancak bu rapor mahkemenin yurtdışı çıkış yasağı koyduğu zanlıları yeniden tutuklamasına yol açabilir. Dahası fezlekelerde adı geçen ve bazı kamu organlarına baskı uygulayan bürokratların hakkında da fezleke düzenlenmesine yol açabilir.
Türkiye’nin ilk “biyoterör” operasyonun sonuçlarını bekleyip göreceğiz.
Kaynakça:Copyright © 2009 Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi
Sitemizdeki bilgilerin her hakkı yazarı ve kaynağına aittir. Kaynak gösterilerek kullanılabilir
18 Mart 2014 Salı
Canlıların genetik yapısını neden değiştiriyorlar?
Monsanto ve Bill Gates Vakfı Genetiği değiştirilmiş ekinleri teşvik ediyor. Sonuç: gastroıntestmal bo¬zukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depres¬yon otizm, kısırlık, kanser ve Alzheimer hastalığı.
Monsanto ve Bill Gates Vakfı Genetiği değiştirilmiş ekinleri teşvik ediyor. Sonuç: gastroıntestmal bozukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depresyon otizm, kısırlık, kanser ve Alzheimer hastalığı.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger 1970’li yıllarda öyle söylemişti: Petrolü kontrol ederken ülkeleri, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!”
Küresel çapta gıda kontrolü sadece birkaç ulus ötesi şirket tarafından dağıtımı yapılan genetiği değiştirilmiş organizmalar ile tohum çeşitliliğini azaltmak suretiyle, neredeyse sağlandı.
Ancak, bu gündem, sağlığımı/ açısından oldukça ciddi bir maliyet doğurmak suretiyle uygulamaya geçirildi. Eğer Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) kabul edilirse, sadece gıdamız değil, sağlığımız, çevremiz, mali sistemimiz üzerindeki denetimde ulus-ötesi işletmelerin eline geçecek.
Ellen Brown*
KARLILIK, HALKLARIN ÖNÜNE GEÇERSE
Genetik mühendislik, dünyanın gıda tedarikinin bağımlı olduğu tohumlar üzerinde mülkiyet denetimini mümkün hale getirdi. “Terminatör" genleri, steril tohumlar üretimini mümkün kıldı; bunun için de tohumlarda sterilliği teşvik eden "Hain" (Traitor) isimli bir sentetik kimyasal katalizör kullandılar. Dolayısıyla çiftçiler her yıl patent sahiplerinden tohum almak zorunda kalıyorlar. Bu maliyetleri karşılamak için gıda fiyatları artırıldı; ancak verilen zarar, bizim ceplerimize yansıyandan çok daha yüksek.
Acres USA'nın bitli patologu ve Purdue Üniversitesinde emeritüs Profesör Don Huber ile yapmış olduğu bir söyleyişe göre, bugün dünyada üretilen genetiği değiştirilmiş mahsullerin tümünde iki adet değiştirilmiş unsur var: birisi, bitkilere karşı direnç, diğeri ise glifosat-temelli (bitkileri öldüren kimyasallar) bitki öldürücülere karşı duyarsızlık.
Monsanto'nun aynı isimli çok satan ürününden sonra Roundup olarak adlandırılan glifosat, ona karşı dirençli olan genetiği değiştirilmiş bitkiler dışında her şeyi zehirliyor.
Glifosat-temelli bitki öldürücüler, artık dünyada en çok kullanılan herbisit haline gelmiştir. (NOT: Türkiye’de serbesttir ve yoğun kullanılır)
Glifosat, yeni gelişmeye başlayan biyoteknoloji endüstrisinin başlıca iş alanı olan GDO'ların temel ortağıdır. Glifosat, istenmeyen bitkileri doğrudan öldürmek suretiyle değil, ancak kritik besin maddelerine erişimlerini bloke etmek suretiyle her şeyi ayırt etmeksizin yok eden "geniş spektrumlu" bir bitki öldürücüdür.
Gizlice zarar veren çalışma biçiminden dolayı, tahrip edici erken dönem dioksin temelli herbisitlerin “tehlikesiz” ikamesi olarak satılmaktadır. Ancak,
Deneysel veriler şunu göstermiştir ki, glifosat ve onu içeren GDO’lu ürünler, sağlığa ciddi tehlikeler doğurmaktadır.
Glofasatı daha etkili hale getirmek için kullanılan “tesirsiz” bileşenlerin zehirliliği ise, bu riske ilave olmaktadır.
Araştırmacıların bulgularına göre örneğin yüzey etkin madde POEA, insan hücrelerini özellikle de embriyon, plasenta ve göbek bağı hücrelerim öldürmektedir. Ancak, söz konusu riskler, görmezden gelinmektedir.
GDO'lu gıdaların ve glifosat herbisitlerin yaygın kullanımı, Amerika'nın sağlık harcamalarına ortalama bir gelişmiş ülkede kişi başına düşen oranın iki katından fazlasını harcamasının, ancak buna rağmen dünyanın en sağlıklı nüfuslarının düzeyine bir türlü ulaşamamasının ortaya koyduğu anormal durumu açıklamaya yardımcı olmaktadır.
GDO'lu gıdaların ve glifosat herbisitlerin yaygın kullanımı, Amerika'nın sağlık harcamalarına ortalama bir gelişmiş ülkede kişi başına düşen oranın iki katından fazlasını harcamasının, ancak buna rağmen dünyanın en sağlıklı nüfuslarının düzeyine bir türlü ulaşamamasının ortaya koyduğu anormal durumu açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü, Amerika Birleşik Devletleri'ni genel sağlık alanında 17 gelişmiş ülkenin SONUNCUSU ilan etmiştir.
Amerika'daki süpermarketlerdeki gıdaların %60-70 kadarı, artık genetik olarak değiştirilmiştir. Buna karşın, en az 26 diğer ülkede -İsviçre, Avustralya, Avusturya, Çin, Hindistan, Fransa. Almanya, Macaristan, Lüksemburg, Yunanistan, Bulgaristan, Polonya, İtalya, Meksika ve Rusya- GDO'lar ya tamamen ya da kısmen yasaklanmıştır. GDO'lar üzerinde ciddi kısıtlamalar, yaklaşık 60 başka ülkede mevcuttur.
GDO'lar ve glifosat kullanımı üzerine getirilecek bir yasak; Amerikalıların sağlığını iyileştirme yolunda önemli bir adım olabilir. Ancak. Obama Yönetimi'nin Hızlı Yol statüsü öngördüğü bir küresel ticaret anlaşması olan Trans-Pasifık Ortaklığı, sağlık alanındaki krizlere sebep odaklı bir yaklaşım getirilmesini engelleyecektir.
ROUNDUP'IN SİNSİ ETKİLERİ
Roundup'a dirençli mahsuller, glifosat tarafından öldürülmekten kurtulmaktadır; ancak bu glıtosatm dokularının içine nüfuz etmesini önleyememektedir. Herbisit dirençli mahsuller, diğer mahsullerle kıyaslandığında çok daha yüksek herbisit düzeylerine sahiptir. Aslında, birçok ülke, yasal olarak izin verilen düzeylerini -50 kata kadar- artırmak zorunda kalmışlar; böylelikle GDO mahsullerinin piyasaya sürülmesine uyum sağlamışlardır. Avrupa Birliği'nde, gıdalardaki kalıntılar, eğer Monsanto'nun yeni bir önerisi kabul edilirse, 100 ila 150 kat artırılacaktır.
Öte yandan, herbisit-dirençli "süper yabani otlar", kimyasallara uyum sağlamışlardır; bu da bitkileri öldürmek için çok daha toksik dozlar ve yeni toksik kimyasallar gerektirmektedir.
İnsan enzimleri, tıpkı bitki enzimleri gibi glifosattan etkilenmektedir: Kimyasallar, magnezyum ve diğer temel minerallerin emilimini engellemektedir.
Söz konusu mineraller olmadığında, gıdalarımızı metabolizmamıza uygun bir şekilde alamayız. Bu durum da ABD'de obezitenin bir salgın şeklinde giderek daha da yaygınlaşmasını açıklamaktadır. İnsanlar yemek yerler ve gıdalarında mevcut olmayan maddeleri alma girişimiyle yerler.
Samsell ve Seneff isimli araştırmacıların "Biosemiotic Entropy: Disorder, Disease, and Mortality" (Biyosemiyotik Düzensizlik: Bozukluk, Hastalık ve Ölüm Oranı" (Nisan 2013) adlı çalışmalarında şu tespitlere yer verilmektedir: "Glifosatın P450 kitokrom enzimlerini (CYP) durdurması, memelilere yönelik toksisitenin genellikle gözden kaçırılan bir unsurudur. CYP enzimleri, biyolojide kilit roller oynarlar.
Vücut üzerindeki olumsuz etki, sinsidir ve zaman içerisinde kendisini yavaş yavaş gösterir; keza iltihaplanma, vücuttaki hücre sistemlerine zarar verir. Bunun sonucunda Batılı beslenme biçimleriyle bağlantılı birçok hastalık ve koşullar ortaya çıkar: gastroıntestmal bozukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depresyon otizm, kısırlık, kanser ve Alzheımer hastalığı.
Glifosat kullanımıyla bağlantılı olarak 40'ın üzerinde hastalık bulunmaktadır ve daha birçok yeni hastalık da ortaya çıkmaktadır. 2013 yılı Eylül ayında, Arjantin'deki Ulusal Rio Cuarto Üniversitesi tarafından yayımlanan bir araştırma bulgusuna göre; glifosat, en kanserojen maddelerden biri olan aflatoksin B1 üreten mantarların büyümesini güçlendirmektedir. Arjantin Chaco'dan bir doktor Associated Press'e şöyle bir demeç vermiştir:
"Oldukça sağlıklı bir nüfus iken, yüksek kanser oranları, doğum bozuklukları ve daha önce çok nadir görülen hastalıkların yaşandığı bir topluma dönüştük. Mantarların artışı, Amerika'da mısır mahsullerinde de ciddi bir artışa sebep oldu."
Glifosat, çevreye ciddi bir zarar vermektedir. 2012 yılında Institute of Science in Society tarafından yayımlanan bir rapora göre;
"Tarım endüstrisi, glifosat ve glifosata dirençli mahsullerin mahsul verimliliğini artıracağını, çiftçile rin karlılığını güçlendireceğini ve pestisit kullanımını azaltmak suretiyle çevreye katkı sağlayacağını iddia etmektedir. Aslında bunun tam tersi geçerlidir. Eldeki kanıtlar gösteriyor ki glifosat herbisitler ve glifosat dirençli mahsullerin oldukça geniş çerçevede bozucu etkileri vardır: glifosat dirençli süper yaban otlan, zehirli bitkiler (ve yeni haşaratlar), patojen mikroplar, azalan mahsul sağlığı ve verimlilik, böceklerden amfibi hayvanlara, büyükbaş hayvanlara dek hedefdışı bir skalada birçok türe zarar verilmesi ve toprağın verimliliğinin azalması da bu çerçevede değerlendirilebilir."
SİYASET, BİLİMDEN ÜSTÜN GELİYOR
Bu olumsuz bulgular ışığında, niçin Washington ve Avrupa Komisyonu glifosatı güvenli olarak görmeye ve desteklemeye devam ediyor? Eleştiriler, belirsiz yönetmeliklere, kurumsal lobi odaklarının yoğun etkisine ve insanların sağlığını korumaktansa güç ve kontrolle daha ilgili olan bir siyasi gündeme dikkat çekiyorlar.
2007 yılında yayımlanan ve hayli ses getiren “Ölüm Tohumları: Genetik Manipülasyonun Gizli Gündemi"nde, William Engdahl, küresel gıda denetimi ve nüfus azaltımının Amerika'nın Rockefeller'in koruması altındaki Henry Kissinger döneminde stratejik politikasına dönüştüğünü belirtmektedir. Petrol jeopolitikasının yanı sıra, bunlar, Amerika'nın küresel gücünün ve kalkınmakta olan dünyadan Amerika'nın sürekli olarak ucuz hammaddeye erişiminin önündeki tehditler karşısında yeni bir "çözüm" idi. Bu gündemle paralel olarak, hükümet, biyoteknoloji alanındaki tarım endüstrisi yararına aşırı bir partizanlık gösterdi; endüstrinin kendi politikalarını "gönüllü" olarak kendisinin belirlediği bir sistemden yana oldu. Biyolojik mühendislik ürünü olan gıdalar, herhangi bir özel teste gerek olmaksızın, "doğal gıda katkı maddeleri" olarak değerlendiriliyorlar.
KÖTÜ BİLİM, BİLİM OLARAK KABUL EDİLİYOR
Institute for Responsible Technology yönetici direktörü Jeffrey M. Smith, Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi'nin politikasının, biyoteknoloji şirketlerine, gıdalarının güvenli olup olmadığını belirleme yetkisi veriyor. Verilerin sunulması ise, tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Smith, şu sonuca varıyor: “Gıda güvenliği araştırmalarının kritik alanında, biyoteknoloji endüstrisinin herhangi bir hesap verebilirliği, standartları ve bağımsız bir değerlendirmesi bulunuyor. Bunun sonucunda; kötü bilim, bilim olarak kabul ediliyor."
Nüfus azaltımının bu gündemin kasti bir boyutu olup olmadığından bağımsız olarak, GDO’ların ve glifosatın yaygın kullanımı bu sonucu doğruluyor.
Glifosatın endokrin bozucu özellikleri, kısırlık, düşük yapma, doğum bozuklukları ve cinsel gelişimin durmasıyla bağlantılıdır.
Rusların yaptığı deneylere göre, GDO'larla beslenen hayvanlar, üçüncü kuşaktan sonra kısırlaşıyorlar. Tarım arazilerindeki toprak da, bitki köklerinin topraktaki besinleri emmesine izin veren yararlı mikroorganizmaların öldürülmesi sonucunda sistematik olarak tahrip oluyor. Gary Null'un ufuk açıcı belgeseli "Ölüm Tohumlan: GDO’larla ilgili Yalanların Ortaya Çıkarı İmasında, Dr. Bruce Lipton şöyle bir uyanda bulunuyordu:
"Dünyayı, bu gezegen üzerindeki altıncı kitlesel imhaya doğru yönlendiriyoruz. İnsanların davranışları, yaşam döngüsünü bozuyor.
TPP VE ULUSLARARASI KURUMSAL DENETİM
Bu ve diğer araştırmacıların vardıkları çarpıcı sonuçlar, dünya çapında insanların Roundup’ın ve GDO'lu gıdaların tehlikeleri hakkındaki farkındalıklarını artırırken, ulus ötesi işletmeler ise, Trans-Pasifık Ortaklığının hızlandırılması için Obama yönetimi ile canla başla çalışıyorlar. Söz konusu ticari anlaşma, iktidardaki hükümetleri, ulus-ötesi kurumların faaliyetlerini düzenlemekten mahrum kılacak. Müzakereler, Kongre'den gizli tutuldu; ancak kurumsal danışmanların bilgisi dâhilindeydi. Bu danışmanların içinden 600 tanesine danışıldı ve bu kişiler tüm ayrıntıları biliyorlar. Nation of Change'den Barbara Chicherio'ya göre; "Trans Pasifik Ortaklığı (TPP), tarihte en büyük bölgesel Serbest Ticaret Anlaşması olma potansiyeline sahiptir."
Amerika'nın baş tarım müzakerecisi, Monsanto'nun eski lobicilerinden İslam Siddique’tir. Eğer TPP onaylanırsa, ulus ötesi işletmelere, kendi karlılıklarına engel oluşturduklarını düşündükleri politikalar karşısında vergi mükelleflerinin telafi edilmesini istemek gibi daha önce eşi benzeri görülmemiş bunak sunan cezalandırıcı düzenlemeler getiriyor.
"İlgili ülkelerin vatandaşlarının gıda güvenliği, yedikleri, yediklerinin yetiştiği yerler, gıdanın yetiştiği koşullar ve herbisit ile pestisit kullanımı gibi konular üzerinde herhangi bir denetimleri olmamasını sağlamak üzere TPP'nin titizlikle düzenlenmesini sağlıyorlar."
"Eğer bir ülke, mali endüstrisini düzenlemeye çalışmak veya kamu çıkarlarını temsil edecek şekilde bir kamu bankası kurmak üzere bir adım atarsa, kendisine dava açılabilir."
DOĞAYA GERİ DÖNÜŞ İÇİN HİÇBİR ZAMAN GEÇ SAYILMAZ
Ulusları beslemenin daha güvenli, daha makul ve daha çok gezegen-dostu bir yolu var. Monsanto ve Amerikalı düzenleyiciler Amerikalı aileleri GDO’lu mahsuller tüketmeye zorlarken, Rus aileler basit bahçelerde geleneksel yöntemleriyle neler yapılabileceğini dünyaya gösteriyorlar. 2011 yılında, Rusya'daki gıdaların %40T, dacha denilen kulübe bahçeleri veya arsa parsellerinde yetiştirilmekteydi. Dacha bahçeleri, ülkedeki meyve ve etli ve zarlı kabuksuz meyvelerin %80'inden fazlasının, sebzelerin %66'sından fazlasının, patateslerin neredeyse %80'inin ve ülkedeki sütün neredeyse %50'sinin -büyük bölümü ham olarak tüketiliyordu- üretimini sağlıyordu. Çok satan Ringing Cedars (Çınlayan Sedir ağaçları) adlı serinin yazarı Vladimir Megre'ye göre:
"Rus bahçıvanların tam olarak yaptıkları şey; bahçıvanların dünyayı besleyebileceklerini göstermekti -herhangi bir şekilde GDO'lara, endüstriyel çiftçilere veya herkesin yeterince yiyeceğe sahip olmasını güvence altına almak üzere diğer teknolojik yutturmacalara ihtiyaç yoktu. Şunu akıllarda tutmak gerekir kr Rusya'da yılda sadece 110 gün yetiştirme mevsimi var - dolayısıyla örneğin ABD'de bahçıvanların üretimi çok daha fazla olabilir. Bununla birlikte, bugün Ame nkaMakı arazilerin sahip olduğu alan, Rusya'dakî bahçelerin ıkı katı kadar - ve milyarlarca dolarlık Hm bakım endüstrisinden daha başka bir şey üretmiyor”
Amerika'da toplam tarımsal alanın sadece %0,6'lik bir bölümü, organik tanına ayrılmış durumda. Bu bölgenin, eğer "altıncı kitlesel yok oluşu" önlemek istiyorsak, geniş bir alana yayılması gerekiyor. Ancak, öncelikle, temsilcilerimizi." sözü edilen Hızlı Yol'u durdurmaları. TPP\ e hayır oyu kullanmaları ve dünya çapında glifosat-temelli herbisitler ve GDO'lu ürünlerin aşamalı hır şekilde sonlandırılmasını sağlamaları konusunda uyarmalıyız. Sağlığımız finansmanımız ve çevremiz tehlikede.
Kaynak: Globalresearch
Tercüme: Turquie Diplomatique Aralık 2013
Tercüme: Turquie Diplomatique Aralık 2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)