GDO’LARIN ÜLKEMİZE GİRİŞİNİ DURDURACAĞIZ!
Avrupa Birliği’nin (AB) 2001/18 EC Direktifi’nde Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) “insan hariç olmak üzere, genetik materyali doğal yolla gerçekleşmeyecek şekilde değiştirilmiş organizma” olarak tanımlanır. Diğer bir ifadeyle GDO’yu, “kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizma” olarak tanımlayabiliriz. Günümüzde yaygın olarak bitkilerin genleriyle oynanmakta ve toprak bakterilerinden aktarılan genlerle bu bitkiler haşerelerden zarar görmesin diye zehir salgılayan bir şekle dönüştürülmekte ya da o bitkiyle birlikte yabancı otlara karşı kullanılması için verilen tarım ilacına karşı dirençleri arttırılmaktadır.
GDO’lar dünyadaki açlığı bitirmek ve tarım ilacını önlemek gibi kimsenin itiraz etmeyeceği amaçlarla piyasaya sürülmüşlerdir. Ancak, geçen süreçte GDO’lu olmayan ürünlere göre daha düşük verime sahip oldukları ve tarım ilacı kullanımının düşmesi bir yana daha da arttırdıkları ortaya çıkmıştır. GDO’lu tohumların foyalarının ortaya çıkmaya başlaması üzerine bu tohumları üreten biyoteknoloji şirketleri tohumlarının bağımsız bilim insanlarınca incelenmesine engel koymuşlardır (gen aktarımı işlemi laboratuarlarda ileri teknoloji kullanılarak gerçekleşmekte, bu nedenle bu ürünler ileri teknoloji ürünü kabul edilerek patenti alınmakta ve tohumlar lisans anlaşması ile satılmaktadır).
İnsanların tüketimine sunulan ilk GDO’lu ürün olan Flavr Savr domates, 1994 yılında ABD kökenli şirket Calgene tarafından üretilmiştir. Ancak tüketici tarafından tercih edilmemesi nedeniyle şirket iflas etmiş, ürün pazardan çekilmiştir. Günümüzde yonca, kanola, pamuk, keten, mercimek, mısır, kavun, erik, patates, pirinç, soya, şeker pancarı, ayçiçeği, tütün, domates ve buğday başta olmak üzere pek çok tarım ürünün genetiği değiştirilmiş olup ekim alanı büyüklüğü ve dünya ticaretine konu olması açısından mısır, soya, pamuk ve kanola öne çıkmaktadır. GDO’ların ekim ve ticaretinin yaygınlaşmaya başladığı 1996 yılından günümüze ekim alanları 134 milyon hektara ulaşmıştır. GDO’ların ulaştığı bu ekim alanı dünya tarım alanlarının %2,7’si kadardır. Bu oran özellikle önemlidir, çünkü GDO’ları büyük bir başarı olarak gösterip ülkemizin treni kaçırdığından bahseden bir takım bilim insanı mevcuttur. GDO’lar madem bu kadar başarılıysa, 14 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süreçte neden bu kadar düşük sınırlı bir alanda ekildiğinin, okurlarımız tarafından mantık süzgecinden geçirilmesi gerekir.
Ülkemize GDO’ların girdiğini ilk olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) 1998 yılında kamuoyu gündemine getirmiştir. Ancak, bu bilgi paylaşımını değerlendirip araştırmak ve tedbir almak yerine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı “nereden biliyorlar efendim, siyasi ve ideolojik konuşuyorlar” söylemi ile inkar etme yolunu seçmiştir. Ta ki, 2003 yılında Arjantin’den soya yükleyen bir gemi Greenpeace aktivistlerince Brezilya önlerinde durdurulup ürün analiz edilinceye kadar. Zira, GDO’lu çıkan o ürünü taşıyan gemi durdurulmasaydı, ürününü Mersin limanımıza boşaltacaktı. İşte o tarihten sonra ülkemize GDO girdiği artık inkar edilemedi.
Arkasında çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin yer aldığı GDO gibi çok önemli bir konuda sadece bir meslek odası olarak mücadele etmenin belirgin bir başarı sağlayamayacağı bilincinden hareketle 2004 yılında kurulan GDO’ya Hayır Platformu’nun içerisinde birçok meslek örgütü, dernek ve aktivist ile birlikte mücadelesini aktif bir şekilde sürdürmeye başladı.
Uzun yıllardır hazırlanmakta olan Biyogüvenlik Yasa Taslağı’nın 2005 yılı başlarında TBMM gündemine gelmesiyle birlikte GDO’ya Hayır Platformu da çalışmalarını hızlandırdı ve 16 ilde sergilediği canavar domates balonu ile birlikte GDO’ların zararları ve yarattığı bağımlılıkla ilgili broşürler dağıttı, pek çok ilde panel-konferans-söyleşiler düzenledi ve topladığı yaklaşık 100 bin imzayı Şubat 2005’te Meclis Dilekçe Komisyonu’na sundu. Bu toplantıda Komisyon Başkanına GDO’ların çevreye ve insan sağlığına zararları ile tarımsal üretimde oluşturacağı bağımlılık konularında bilgiler verildi. Takip eden süreç içerisinde Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyeleri ile Meclis çatısı altında bulunan ziraat-gıda mühendisleri ile veteriner hekimlere ZMO konferans salonunda GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri tarafından iki kez bilgilendirme sunumu yapıldı. Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı 2006 yılı başında basına yaptığı “GDO’ların çok önemli bir konu olduğu, aceleye getirilmemesi gerektiği” açıklamasıyla Taslağı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderdi.
Taslak, “31.12.2008 tarihine kadar içerisinde insan tedavisinde kullanılan antibiyotik direnç geni bulunan GDO’lu ürünler ithal edilecektir” gibi abes tabirler (bu ürünleri tüketen insanların antibiyotik direnci artacak ve antibiyotik tedavisine yeterli tepkiyi veremeyecekleri anlamına gelmektedir) içeriyordu. GDO’ya Hayır Platformu, ZMO ve konuyla ilgili diğer örgütlerin de görüşü alınarak, kamuoyunu korur bir şekilde yeniden düzenlenip gündeme gelmesi beklenirken, yasası çıkmadan 26.10.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Yönetmelikler yasalarla çerçevesi çizilmiş bir konunun detaylarını ve nasıl uygulanacağını belirtir detaylar olmasına karşın, GDO konusunda yasa çıkmadan garip bir şekilde yönetmeliği çıkıverdi.
GDO yönetmeliğinin çıkması, çok şiddetli tartışmalar tartışmaları da beraberinde getirdi. Öncelikle yönetmeliğin “Dayanak” maddesinde sayılan beş yasadan hiçbiri GDO’larla ilgili değildi, ayrıca ikisi daha GDO’lar yeryüzünde yokken çıkarılmış yasalardı. Esas dayanağı teşkil edecek Biyogüvenlik Yasası çıkarılmamıştı, yönetmelik dayanaksızdı.
AB mevzuatı ile uyumlu olduğu belirtilen yönetmelik, esas olarak birçok uyumsuzluklar taşıyordu. Örneğin, 5. maddesinin 8. fıkrasında “Gıda ve yemin %0,5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez.” hükmü yer almakla birlikte, bu uygulamaya AB’de 2007 yılında son verilmişti. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı böylesine hassas bir konuyu işte bu denli eksik bir şekilde izliyordu. Üstelik GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri ve ZMO gibi konunun uzmanı hiçbir kurumun görüşünü almayarak bu yönetmeliği hazırlamıştı! Gıda ve yemlerde %0,9 oranının üzerinde GDO içeren ürünler GDO’lu kabul edilecekti ve işin garibi ürettiği gıdada GDO kullanmayanların ürünlerine “GDO’suzdur” yazmalarını ve bebek-çocuk gıdalarında GDO kullanımını yasaklıyordu. İşte tartışmaların en yoğunlaştığı bölümlerden biri bu olmuştu. GDO’suz üretim yapanın bunu GDO tüketmek istemeyenlere duyurmasının engellenmesi, halkın değil biyoteknoloji şirketlerinin yararına olan bir durumdu. Hamile anneler %0,9 oranının üzerindeki gıdaların GDO’lu olduğunu bileceklerdi, ama %0,8 ve aşağısında GDO içeren gıdaları bilemeyecekler ve GDO’yu tüketeceklerdi. Bakanlık, hadi bebeklerin GDO tüketimini yasakladı, ama bu hamile annenin etiketinde yer almayan ve bilmeden tükettiği GDO’dan karnındaki bebeği maalesef koruyamayacaktı. Bebekler ve çocuklar için zararlı olabileceği düşünülen GDO’lar ana baba için zararlı olmayacak mıydı? Bu sorular cevapsız kaldı.
Yönetmeliğin şiddetle tartışılan bir diğer konusu ise GDO’ların ülkemize sokulma izni üzerine olmuştu. GDO yönetmeliği çıkana kadar GDO ile ilgili herhangi bir mevzuat bulunmadığından, GDO’lar ülkemize hiçbir denetime, sorguya ve suale muhatap olmadan giriyordu. Bakanlık yetkilileri, Müsteşar ve Bakan bu yönetmelik ile birlikte artık ülkemize tek bir GDO’nun giremeyeceğini önemle vurguladılar. Meclis Tarım, Orman, Köyişleri Komisyonu Başkanı işi daha da ileri götürerek, “bundan böyle ülkemize bir gram GDO girmesi halinde görevinden istifa edeceğini” bile söyledi. Bizler gireceğini söyledikçe bizleri yönetmeliği anlamamakla-okumamakla suçladılar ve yönetmeliğin 11. maddesinin “c” fıkrasını anlayana kadar okumamızı tavsiye ettiler. Üşenmediler TV yayınlarında yüzümüze de okudular “Yapılan analiz sonucunda GDO’lu olduğu tespit edilen ürünün ülkeye girişine izin verilmez.” Bu cümleye bakınca bizler sanki birazcık yalancı gibi gözükmüyor değiliz hani! Ancak, 11. Maddede 2 tane bent ve bu bentlerin her ikisinin de birer “c” fıkrası vardı. Sayın yetkililerin okudukları “c” fıkrasının bendi “GDO riski taşıyan ancak, GDO’suz olduğu taahhüt edilen ürünlerin ithalatında aşağıdaki esaslar uygulanır” diyordu. Özetle “yalan konuşursan”, yalan beyandan dolayı GDO’yu ülkeye sokamıyordun. Bu kısmı halka asla okunmadı. Oysa birinci bent “ürünüm GDO’lu diyenlerin” ürünlerini ülkeye nasıl sokacaklarını tarif ediyordu.
kaynak:http://www.gdoyahayir.net/category/makale/
GDO’lar dünyadaki açlığı bitirmek ve tarım ilacını önlemek gibi kimsenin itiraz etmeyeceği amaçlarla piyasaya sürülmüşlerdir. Ancak, geçen süreçte GDO’lu olmayan ürünlere göre daha düşük verime sahip oldukları ve tarım ilacı kullanımının düşmesi bir yana daha da arttırdıkları ortaya çıkmıştır. GDO’lu tohumların foyalarının ortaya çıkmaya başlaması üzerine bu tohumları üreten biyoteknoloji şirketleri tohumlarının bağımsız bilim insanlarınca incelenmesine engel koymuşlardır (gen aktarımı işlemi laboratuarlarda ileri teknoloji kullanılarak gerçekleşmekte, bu nedenle bu ürünler ileri teknoloji ürünü kabul edilerek patenti alınmakta ve tohumlar lisans anlaşması ile satılmaktadır).
İnsanların tüketimine sunulan ilk GDO’lu ürün olan Flavr Savr domates, 1994 yılında ABD kökenli şirket Calgene tarafından üretilmiştir. Ancak tüketici tarafından tercih edilmemesi nedeniyle şirket iflas etmiş, ürün pazardan çekilmiştir. Günümüzde yonca, kanola, pamuk, keten, mercimek, mısır, kavun, erik, patates, pirinç, soya, şeker pancarı, ayçiçeği, tütün, domates ve buğday başta olmak üzere pek çok tarım ürünün genetiği değiştirilmiş olup ekim alanı büyüklüğü ve dünya ticaretine konu olması açısından mısır, soya, pamuk ve kanola öne çıkmaktadır. GDO’ların ekim ve ticaretinin yaygınlaşmaya başladığı 1996 yılından günümüze ekim alanları 134 milyon hektara ulaşmıştır. GDO’ların ulaştığı bu ekim alanı dünya tarım alanlarının %2,7’si kadardır. Bu oran özellikle önemlidir, çünkü GDO’ları büyük bir başarı olarak gösterip ülkemizin treni kaçırdığından bahseden bir takım bilim insanı mevcuttur. GDO’lar madem bu kadar başarılıysa, 14 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süreçte neden bu kadar düşük sınırlı bir alanda ekildiğinin, okurlarımız tarafından mantık süzgecinden geçirilmesi gerekir.
Ülkemize GDO’ların girdiğini ilk olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) 1998 yılında kamuoyu gündemine getirmiştir. Ancak, bu bilgi paylaşımını değerlendirip araştırmak ve tedbir almak yerine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı “nereden biliyorlar efendim, siyasi ve ideolojik konuşuyorlar” söylemi ile inkar etme yolunu seçmiştir. Ta ki, 2003 yılında Arjantin’den soya yükleyen bir gemi Greenpeace aktivistlerince Brezilya önlerinde durdurulup ürün analiz edilinceye kadar. Zira, GDO’lu çıkan o ürünü taşıyan gemi durdurulmasaydı, ürününü Mersin limanımıza boşaltacaktı. İşte o tarihten sonra ülkemize GDO girdiği artık inkar edilemedi.
Arkasında çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin yer aldığı GDO gibi çok önemli bir konuda sadece bir meslek odası olarak mücadele etmenin belirgin bir başarı sağlayamayacağı bilincinden hareketle 2004 yılında kurulan GDO’ya Hayır Platformu’nun içerisinde birçok meslek örgütü, dernek ve aktivist ile birlikte mücadelesini aktif bir şekilde sürdürmeye başladı.
Uzun yıllardır hazırlanmakta olan Biyogüvenlik Yasa Taslağı’nın 2005 yılı başlarında TBMM gündemine gelmesiyle birlikte GDO’ya Hayır Platformu da çalışmalarını hızlandırdı ve 16 ilde sergilediği canavar domates balonu ile birlikte GDO’ların zararları ve yarattığı bağımlılıkla ilgili broşürler dağıttı, pek çok ilde panel-konferans-söyleşiler düzenledi ve topladığı yaklaşık 100 bin imzayı Şubat 2005’te Meclis Dilekçe Komisyonu’na sundu. Bu toplantıda Komisyon Başkanına GDO’ların çevreye ve insan sağlığına zararları ile tarımsal üretimde oluşturacağı bağımlılık konularında bilgiler verildi. Takip eden süreç içerisinde Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyeleri ile Meclis çatısı altında bulunan ziraat-gıda mühendisleri ile veteriner hekimlere ZMO konferans salonunda GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri tarafından iki kez bilgilendirme sunumu yapıldı. Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı 2006 yılı başında basına yaptığı “GDO’ların çok önemli bir konu olduğu, aceleye getirilmemesi gerektiği” açıklamasıyla Taslağı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderdi.
Taslak, “31.12.2008 tarihine kadar içerisinde insan tedavisinde kullanılan antibiyotik direnç geni bulunan GDO’lu ürünler ithal edilecektir” gibi abes tabirler (bu ürünleri tüketen insanların antibiyotik direnci artacak ve antibiyotik tedavisine yeterli tepkiyi veremeyecekleri anlamına gelmektedir) içeriyordu. GDO’ya Hayır Platformu, ZMO ve konuyla ilgili diğer örgütlerin de görüşü alınarak, kamuoyunu korur bir şekilde yeniden düzenlenip gündeme gelmesi beklenirken, yasası çıkmadan 26.10.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Yönetmelikler yasalarla çerçevesi çizilmiş bir konunun detaylarını ve nasıl uygulanacağını belirtir detaylar olmasına karşın, GDO konusunda yasa çıkmadan garip bir şekilde yönetmeliği çıkıverdi.
GDO yönetmeliğinin çıkması, çok şiddetli tartışmalar tartışmaları da beraberinde getirdi. Öncelikle yönetmeliğin “Dayanak” maddesinde sayılan beş yasadan hiçbiri GDO’larla ilgili değildi, ayrıca ikisi daha GDO’lar yeryüzünde yokken çıkarılmış yasalardı. Esas dayanağı teşkil edecek Biyogüvenlik Yasası çıkarılmamıştı, yönetmelik dayanaksızdı.
AB mevzuatı ile uyumlu olduğu belirtilen yönetmelik, esas olarak birçok uyumsuzluklar taşıyordu. Örneğin, 5. maddesinin 8. fıkrasında “Gıda ve yemin %0,5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez.” hükmü yer almakla birlikte, bu uygulamaya AB’de 2007 yılında son verilmişti. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı böylesine hassas bir konuyu işte bu denli eksik bir şekilde izliyordu. Üstelik GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri ve ZMO gibi konunun uzmanı hiçbir kurumun görüşünü almayarak bu yönetmeliği hazırlamıştı! Gıda ve yemlerde %0,9 oranının üzerinde GDO içeren ürünler GDO’lu kabul edilecekti ve işin garibi ürettiği gıdada GDO kullanmayanların ürünlerine “GDO’suzdur” yazmalarını ve bebek-çocuk gıdalarında GDO kullanımını yasaklıyordu. İşte tartışmaların en yoğunlaştığı bölümlerden biri bu olmuştu. GDO’suz üretim yapanın bunu GDO tüketmek istemeyenlere duyurmasının engellenmesi, halkın değil biyoteknoloji şirketlerinin yararına olan bir durumdu. Hamile anneler %0,9 oranının üzerindeki gıdaların GDO’lu olduğunu bileceklerdi, ama %0,8 ve aşağısında GDO içeren gıdaları bilemeyecekler ve GDO’yu tüketeceklerdi. Bakanlık, hadi bebeklerin GDO tüketimini yasakladı, ama bu hamile annenin etiketinde yer almayan ve bilmeden tükettiği GDO’dan karnındaki bebeği maalesef koruyamayacaktı. Bebekler ve çocuklar için zararlı olabileceği düşünülen GDO’lar ana baba için zararlı olmayacak mıydı? Bu sorular cevapsız kaldı.
Yönetmeliğin şiddetle tartışılan bir diğer konusu ise GDO’ların ülkemize sokulma izni üzerine olmuştu. GDO yönetmeliği çıkana kadar GDO ile ilgili herhangi bir mevzuat bulunmadığından, GDO’lar ülkemize hiçbir denetime, sorguya ve suale muhatap olmadan giriyordu. Bakanlık yetkilileri, Müsteşar ve Bakan bu yönetmelik ile birlikte artık ülkemize tek bir GDO’nun giremeyeceğini önemle vurguladılar. Meclis Tarım, Orman, Köyişleri Komisyonu Başkanı işi daha da ileri götürerek, “bundan böyle ülkemize bir gram GDO girmesi halinde görevinden istifa edeceğini” bile söyledi. Bizler gireceğini söyledikçe bizleri yönetmeliği anlamamakla-okumamakla suçladılar ve yönetmeliğin 11. maddesinin “c” fıkrasını anlayana kadar okumamızı tavsiye ettiler. Üşenmediler TV yayınlarında yüzümüze de okudular “Yapılan analiz sonucunda GDO’lu olduğu tespit edilen ürünün ülkeye girişine izin verilmez.” Bu cümleye bakınca bizler sanki birazcık yalancı gibi gözükmüyor değiliz hani! Ancak, 11. Maddede 2 tane bent ve bu bentlerin her ikisinin de birer “c” fıkrası vardı. Sayın yetkililerin okudukları “c” fıkrasının bendi “GDO riski taşıyan ancak, GDO’suz olduğu taahhüt edilen ürünlerin ithalatında aşağıdaki esaslar uygulanır” diyordu. Özetle “yalan konuşursan”, yalan beyandan dolayı GDO’yu ülkeye sokamıyordun. Bu kısmı halka asla okunmadı. Oysa birinci bent “ürünüm GDO’lu diyenlerin” ürünlerini ülkeye nasıl sokacaklarını tarif ediyordu.
kaynak:http://www.gdoyahayir.net/category/makale/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder